Dynasty Warriors: Origins - İNCELEME

 

Dynasty Warriors serisinin uzun ömürlü olmasının temel sebebi oldukça basittir: Yüzlerce düşmanı, sıcak bir bıçağın tereyağını kesmesi gibi ortadan ikiye ayırmak son derece tatmin edici bir his yaratır. Her saldırıda silahınızın isabetiyle KO sayacının binlere ulaşması ve düşmanların her yöne savrulması, tam anlamıyla bir güç fantezisini yaşatır. Neredeyse 25 yıldır, bu temel formül neredeyse hiç değişmeden kaldı ve seriye küçük ama son derece tutkulu bir hayran kitlesi kazandırdı. Dynasty Warriors 9, bu formülü geliştirmeye çalıştı; ancak açık dünya mekaniğine geçiş, serinin özündeki çekiciliğe zarar verdiği için başarısız bir deneme oldu. Dynasty Warriors: Origins ise isminden de anlaşılacağı gibi, Omega Force'un köklerine döndüğü ve serinin bilindik büyük ölçekli hack-and-slash aksiyonunu ön plana çıkardığı bir oyun olarak öne çıkıyor. Üstelik, Dynasty Warriors 9'un başaramadığı pek çok şeyi, akıllıca yapılan eklemelerle başarıyor.

Seriye aşina olmayanlar için Dynasty Warriors, Luo Guanzhong’un 14. yüzyılda yazdığı Romance of the Three Kingdoms adlı klasik Çin romanından ve onun temel aldığı antik tarihten esinleniyor. Önceki oyunlar genellikle MS 184’ten MS 280’e kadar süren Üç Krallık dönemini ele alıyordu. Ancak Origins, Sarı Sarık İsyanı’nın yükselişiyle başlayıp, Chibi Savaşı’nda doruğa ulaşan olaylara odaklanarak bu uzun hikâyenin ilk bölümlerini derinlemesine işliyor. Serinin diğer oyunlarından farklı olarak, olaylar hafızasını kaybetmiş bir savaşçının gözünden anlatılıyor. Bu karakter, efsanevi Guan Yu, Dong Zhuo ve korkutucu Lü Bu gibi önemli tarihi figürlerle ilk kez tanışıyor. Bu anlatım yöntemi, açık bir şekilde seriye yeni başlayan oyuncular düşünülerek tasarlanmış. Böylece Dynasty Warriors’un köklü mirası ve sayısız ikonik karakteri, seriye ilk kez adım atan oyuncular için daha erişilebilir hale getiriliyor.

Ancak bu, oyunun yalnızca yeni oyunculara hitap ettiği anlamına gelmiyor. Omega Force, Three Kingdoms döneminin erken olaylarına odaklanarak hikâye anlatımına ve karakter gelişimine yeni bir derinlik kazandırmayı hedeflemiş. Önceki oyunlara kıyasla, bu dönemde yaşanan olaylar daha ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor ve hatta genellikle arka planda kalan küçük figürler bile daha fazla ön plana çıkarılıyor. Önemli olaylara hak ettikleri dramatik vurgu yapılıyor ve böylece anlatım, geçmişe kıyasla daha güçlü hale geliyor. Ancak, bu durum bazen iki ucu keskin bir kılıç gibi işleyebiliyor. Diyaloglar genellikle sağlam yazılmış olsa da ve karakterler kendilerine özgü, ilgi çekici ve bazen de iç çatışmalar yaşayan bireyler olarak karşımıza çıksa da, ara sahnelerin fazlalığı yer yer oyunun temposunu yavaşlatabiliyor. Bazı diyaloglar, hikâyeye anlamlı bir katkı sunmak yerine aynı olay örgüsünü tekrar eden içeriklere dönüşerek gereksiz bir uzunluk hissi yaratabiliyor. Bu da oyuncuların, bir sonraki büyük savaşın gelmesini sabırsızlıkla beklediği anların sayısını artırıyor.

Bunun yanı sıra, oyunun ana karakterinin hafızasını kaybetmesiyle ilgili yan hikâye, Three Kingdoms tarihî olay örgüsü kadar ilgi çekici değil. Hikâyede yer alan temalar oldukça klişe ve gidişat kolayca tahmin edilebilir. Ne yazık ki, bu anlatımda büyük bir sürpriz ya da duygusal derinlik hissi yaratılmıyor. Ancak, tek bir karaktere odaklanma tercihi, anlatım açısından olduğu kadar oynanış üzerinde de büyük bir etkiye sahip. Daha önceki Dynasty Warriors oyunları, serinin alametifarikası olan devasa oynanabilir karakter listeleriyle biliniyordu. Örneğin, Dynasty Warriors 9’da toplamda 94 oynanabilir karakter bulunuyordu. Bunun aksine Origins, yalnızca tek bir ana karakter sunuyor ve oyuncunun geçici olarak kontrol edebileceği 9 destekleyici savaşçı bulunuyor. Bu büyük bir değişiklik olduğu için serinin köklü hayranları başlangıçta hayal kırıklığına uğrayabilir. Ancak aksiyonun tam ortasına daldığınızda, bu yeni yaklaşımı benimsemek daha kolay hale geliyor.

Savaş alanında Dynasty Warriors: Origins, serinin klasik hack-and-slash deneyimini daha da büyük bir ölçekle sunarak gerçek bir Dynasty Warriors oyunu gibi hissettiriyor. Binlerce asker düzenli olarak ekranı dolduruyor, gökyüzünden ateşli oklar yağıyor ve savaş meydanında kaosun ortasında, gösterişli düellolar gerçekleştiren generaller çarpışıyor. Oyunun sunduğu savaş atmosferi tam anlamıyla histrionik bir savaş gösterisi gibi; siz de bu hengâmenin tam ortasında, sanki çimenleri biçer gibi yüzlerce düşmanı birbiri ardına kılıcınızla doğrayarak ilerliyorsunuz. Serinin klasik oyun tarzına aşina olan oyuncular için bu savaş dinamikleri, hem metodik hem de tekrarlayan bir yapıya sahip. Ancak tam da bu noktada Origins, oyunun en tatmin edici yönünü ortaya çıkarıyor: Düşman ordularını parçalarken, kendinizi bir tür meditasyon hâlinde bulabiliyorsunuz.

Görev tasarımı açısından oyunun hâlâ biraz çeşitlilikten yoksun olduğu söylenebilir, özellikle de geniş bir oynanabilir karakter kadrosunun olmaması bu eksikliği biraz daha belirgin hâle getiriyor. Ancak, Dynasty Warriors serisinin doğası gereği bu her zaman serinin bir parçası olmuştur. Yine de, serinin geleneksel formülünden uzaklaşan görevlerin genellikle en ilginç olanlar olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, dövüş mekaniği sıkı bir şekilde tasarlanmış. Kontroller oldukça duyarlı, her saldırı tatmin edici bir his veriyor ve silahınızı her savurduğunuzda düşmanları parçalama hissi, oyunun en güçlü yanlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda, 100.000’inci düşmanınızı yok ettiğinizde bile, ilk 1.000 düşmanı alt ettiğinizde hissettiğiniz tatmini hâlâ hissediyorsunuz.

Ancak herkes için değil; çünkü Dynasty Warriors formülü, her zaman bölücü bir oyun tarzına sahip olmuştur. Kimi oyuncular, bu oyun tarzını monoton bulabilirken, kimileri de devasa düşman ordularını tek başlarına biçmenin sağladığı güç fantezisinden büyük bir zevk alır. Origins, bu çekiciliği daha da genişletmek ve modern aksiyon oyunlarından bazı unsurları ekleyerek seriyi bir adım öteye taşımak amacıyla çeşitli yenilikler sunuyor.

Savaş meydanında ilerlerken, sıradan düşmanları biçerken ve üsleri ele geçirirken, zaman zaman standart askerlerden çok daha güçlü olan adlandırılmış düşman subaylarıyla karşı karşıya geliyorsunuz. İşte bu noktada Origins, dövüş sistemini daha incelikli bir hâle getirerek hassas zamanlama ve oyuncunun becerilerini etkili kullanımı üzerine kurulu bir mekanik sunuyor. Bu sistem, "Sanatlar" adı verilen özel yetenekleri ve karşı saldırıları içeren bir yapıya sahip. Doğru anda savunma yaparak düşman saldırısını savuşturabilir ve ardından güçlü bir karşı saldırı ile onları geriye püskürtebilirsiniz. Bu sadece tatmin edici bir mekanik sunmakla kalmıyor, aynı zamanda çarpışmalara daha stratejik bir boyut katıyor. Çelik çeliğe çarpıyor, düşman bir an için geri sendeleyerek savunmasız kalıyor ve işte o an, savaşın en kritik anlarından biri hâline geliyor.

Bununla birlikte, her düşmanın etrafında onları koruyan bir "Metanet" enerjisi bulunuyor. Bu enerji tamamen kırıldığında, düşmanları ağır bir saldırı kombinasyonuna açık hâle getiren özel bir "Taarruz" ile son darbeyi vurabiliyorsunuz. Ancak bazı düşman saldırıları doğrudan savuşturulamaz ve bunlardan kaçınmak ya da belirli bir Sanat kullanarak etkisiz hâle getirmek gerekiyor.

Oyunda farklı silah türleri de dövüş deneyimini çeşitlendiren önemli bir unsur. Her oyuncu, dört farklı Sanat ile donatılmış olarak savaşa girebilir. Kimi silahlar geniş alandaki düşmanları temizlemeye odaklanırken—büyük şok dalgaları veya fırtınalar yaratabilen saldırılar gibi—kimi silahlar bire bir düellolar için daha uygun. Kullanılan silaha ve oyuncunun tercih ettiği dövüş stiline bağlı olarak her savaş farklı bir ritme bürünebiliyor.

Ancak en etkileyici olan şey, bu iki farklı dövüş sisteminin (standart hack-and-slash ve özel yetenek odaklı savaş) ne kadar uyumlu bir şekilde harmanlandığı. Dynasty Warriors: Origins, serinin klasik hack-and-slash ruhunu koruyarak ve modern aksiyon unsurlarını ekleyerek hem tanıdık hem de yenilikçi bir oyun deneyimi sunmayı başarıyor. Oyun hâlâ doğası gereği tekrarlayıcı bir yapıya sahip, ancak savaş mekaniğinin zenginleşmesi, sadece sayısal bir güç fantezisinden daha fazlasını sunarak oyuncuyu aktif ve meşgul tutan bir sistem yaratıyor.

Oyunda bulunan dokuz farklı silah türü, oynanabilir karakter sayısının azlığını dengelemeye yardımcı oluyor. Kılıç ve mızraktan, ikiz mızraklar ve hilal bıçakları gibi daha özel silahlara kadar her silah, kendine has bir oynanış hissi sunuyor. Örneğin, Podao ağır ama yıkıcı saldırılar yaparken, Wheels adı verilen silahlar ritmik bir akışta kullanıldığında en etkili hâle geliyor. Her silahın farklı kombinasyonları, oyunculara oyun tarzlarını belirleme konusunda geniş bir özgürlük sağlıyor.

Bunun yanı sıra, oyuncular küçük bir asker grubuna emir verebiliyor. Taktikler adı verilen bu mekanik, düşman hatlarını yarıp geçmek için ok yağmuru veya süvari hücumu gibi çeşitli stratejik manevraları kullanmanıza olanak tanıyor. Çoğu görevde stratejik düşünce büyük bir rol oynuyor. Oyuncu, durumu değerlendirerek en çok nerede ihtiyaç duyulduğuna karar verebiliyor—bu ister bir müttefiğe destek olmak, ister belirli üsleri ele geçirmek, isterse de cephedeki güçlü subayları saf dışı bırakmak olsun. Başarıyla ele geçirilen üsler ve yenilen düşman subayları, ordunun moralini yükselterek askerlerin savaş alanında daha etkili olmalarını sağlıyor. Üstelik sadece hayatta kalmakla kalmıyorlar, yanınızda savaşırken gerçek bir destek de sağlıyorlar.

Oyundaki savaşlar, çoğu görevin son safhasında zirveye ulaşıyor. Büyük Kuvvet olarak adlandırılan bu aşamalarda, sayısız asker birleşerek devasa çarpışmalar oluşturuyor. Savaş alanına doğru koşarken, yanınızda binlerce askerin sıralandığını görmek heyecan verici bir deneyim sunuyor. Düşmana şiddetle çarpışmadan önce bu kalabalığın içinde ilerlemek, The Lord of the Rings’deki Pelennor Fields savaşını hatırlatıyor—sanki Rohirrim süvarileriyle birlikte bir ork ordusuna saldırıyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Ancak burada bir fark var: Siz tek başınıza bir ordusunuz! Onlarca piyonu bir anda yok edip, güçlü subayları birer birer saf dışı bırakarak savaşın gidişatını değiştirebiliyorsunuz.

Ancak büyük savaşlara rağmen oyunda co-op (çok oyunculu) modun bulunmaması büyük bir eksiklik. Serinin önceki oyunlarında oldukça önemli bir özellik olan bu modun Origins’de olmaması, oyunun sunduğu epik savaşları bir arkadaşla deneyimleme fırsatını kaçırmanıza neden oluyor.

Kampanya boyunca, Liu Bei, Cao Cao ve Sun Jian gibi büyük isimlerle hem savaşacak hem de onlarla ittifak kuracaksınız. Oyuncu, başta belirli bir fraksiyona bağlı olmadığı için ilk birkaç bölümde birçok farklı liderle çalışıyor. Ancak hikâye ilerledikçe oyuncuya bir tercih hakkı tanınıyor. Üçüncü bölüme ulaştığınızda, bu üç liderden birinin yanında yer almak zorunda kalıyorsunuz. Bu noktadan sonra oyun üç farklı kampanyaya ayrılıyor. Birini tamamladıktan sonra diğerlerini oynamak mümkün, ancak tekrarlayan görev yapıları nedeniyle oyun bu aşamada monotonlaşma riski taşıyor.

Sonuç olarak, Dynasty Warriors: Origins, serinin özüne sadık kalarak ve Dynasty Warriors 9’un hatalarından ders alarak yenilikçi bir deneyim sunmaya çalışıyor. Hack-and-slash savaşlarının temel formülü korunurken, modern teknoloji ve geliştirilmiş savaş mekaniği oyunu daha dinamik ve ilgi çekici hâle getiriyor. Küçük karakter kadrosu ve co-op eksikliği, uzun süreli hayranları hayal kırıklığına uğratabilecek unsurlar olsa da savaş alanına adım attığınızda tüm bu eksiklikler arka planda kayboluyor. Sonuç olarak, havada savrulan düşmanların arasında yol alırken, Dynasty Warriors’ın yıllardır süregelen temel çekiciliğinin hâlâ canlı olduğunu hissediyorsunuz.